Hepimiz uzun bir yoldan geçtik. Hepimiz 3 farklı kategorideki uğraşlarımızı bir de macera ve keşif kampıyla taçlandırdık. Benim için geride güzel anılar bıraktığım bir serüvendi. Mesela kamptaki arkadaşlarımla yaşam mücadelemizi -evet gerçekten de yaşam mücadelesi demek yerinde olur bence- çünkü hayatım boyunca ben -6 derecede dışarıda uyuduğumu veyahut güneş tam tepede her yeri kavururken kilometrelerce yürüdüğümü hatırlamıyorum. Kendi başıma yemek yapmayı geçtim her gün geçtiğim İstanbul sokaklarını bile karıştırırken doğada yönümü bulabildiğime hiç inanamıyorum. Her şey bir yana zoru bitirmenin tarif edilemez keyfi içindeyim. Ama konuşmamda düşler akademisi kaş’ ı es geçmek de istemiyorum. Kendi alanında Türkiye’de belki de tek olan bu güzel akademi bu yolculukta benim için çok büyük bir yer kaplıyor. Oradaki çocuklarla güldük eğlendik gezdik kilden heykeller yaptık ata bindik yüzdük ve en önemlisi iki taraf da birbirine çok şey kattı. Oradaki öğrencilerden aldığım bileklikleri bugün dahi saklarım. Belki de ilk defa tanıştığımız bize yeni olan bu deneyimler bizlere çok şey kattı ve bunları bu ödül programı sayesinde tanıdık. Şunu rahatça söyleyebilirim ki The Duke of Edinburgh’s International Award bizlere kendimizi aşmaktan çok kendi sınırlarımızı aslında nereye kadar genişletebileceğimizi gösterdi. Bize kendimiz olmamız yolunda büyük basamaklar atlattı.
Bu yolculukta yaşadığım her anı hayatımın sonuna kadar unutamayacağıma eminim.
Bu güzel yolculukta payı olan herkese sonsuz teşekkürler.