The Duke of Edinburgh programımda yaptığım çeşitli etkinlikler, gerek takım oyunundaki arkadaşlarıma, gerek bir piyanistin parçası hakkındaki önyargılarımı aşmama olanak sağladı. Hatta, ziyaret ettiğimiz engelli çocuklarla iletişim kurup kuramayacağıma dair şüphelerimi ve kendimle ilgili önyargımı aşma sürecine de destekte bulundu. Fakat en önemlisi, geç fark etmiş olsam da, doğada ki yaşama ve materyalizme karşı olan düşüncelerimi etkiledi.
Yaşamın, eşyalardan değil, doğanın içinden geldiğini ve öyle yaşamayı takdir etmem gerektiğini anlamamı sağladı. Doğanın sunduğunu kabul edebilmek, bu yeterliliği gerçekten kavrayabilmek için daha çok gezip görmem gerek belki de. Birkaç günlük kampımızda ormanın ortasında kalmanın getirdiği zorluklar ile baş ederken, sade yaşantıda edindiğim tecrübelerimi tertemiz akan derelerden ve su kaynaklarındaki yansımalardan görmeye çalışıyordum.
Her hafta üç aktivitemi tamamlama çabamda anladım ki, kendini geliştirmek sadece bir buçuk saatlik dersler, antrenmanlar ya da ziyaretler ile bitmiyor. Yarına kucak açarken bugün ile dans edebilmek ve düne gülümseyebilmek için önyargılarımızı kendimizden uzak, yeni yaşantıları ise olabildiğince yakınımızda tutmamız gerektiğini anladım.